Mimarlık
Haftası etkinlikleri film gösterimleriyle devam ediyor
Midnight
in Paris filmi ile sinemadaki peyzaj tüketimi
ile Başak Özer filmi irdeleyerek analiz edildi
Mimarlar
Odası Eskişehir Şubesi, Mimarlık Haftası
kapsamında düzenlediği etkinliklere “Midnight in Paris” filminin gösterimi ve
söyleşisi ile devam etti. Söyleşide sinemanın peyzaj tüketimindeki etkisi
irdelendi.
İstanbul
Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Başak Özer,
bir Woody Allen filmi olan “ Midnight in Paris” filmi üzerinden doktora
tezi olan “Bir farkındalık çalışması: Peyzaj tüketimine sinemasal müdahale”
adlı sunum yaptı.
Sinema
terapi yöntemi olarak ta kullanılıyor
İstanbul
Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Başak Özer,
sunumunda sinema filmlerinin tüketicilerin davranışlarını nasıl
yönlendirildiğini anlatarak, “Herhangi bir davranışa başlama, bir davranışı
devam ettirme, bazı davranışlarımızdan vazgeçme, tetikleme ve bazı
duygularımıza devam ettiği ve bunun üzerinden harekete geçirdiği sinema
filmlerinin gerçek aynı şekilde de sineterapi dediğimiz aslında terapi yöntemi
olarak ta sinemanın kullanıldığını kullanıyoruz” diye konuştu.
Film
kaynaklı kitlesel turizm biçimi ortaya çıkıyor
Sinemanın
insan davranışlarını nasıl etkilediğini filmlerden örnekler vererek anlatan
Özer, şöyle devam etti:
“Mekânsal
kentsel peyzajdan bahsedeceğim ama tarihi öğelerden vazgeçemeyiz. Sanatsal
boyutu dışındaki yarattığı akış, peyzaja dairde beğenilerimizi etkiliyor. Mekan
üretiminden tüketimine kadar sirkülasyon halinde devam eden etkileyici bir
boyutu var. Filmlerde oradaki karakterle bir olma, oradaki mekanla bağ kurma,
kitlesel hareket etme ve kitlesel turizm dediğimiz sinema filmi kaynaklı turizm
biçimi ortaya çıkıyor. Bunun da kendi içinde kültür ekonomisi gelişiyor. Önce
sinema filmi kaynaklı turizmi tarif edersek burada gerçek mekanlar olması
gerekmiyor. Hobbitlerde olduğu gibi Yeni Zellanda set peyzajlarına gitmekte
aktivite olabiliyor. Ya da bu mekanlar gerçeğe dönüşüyor. Budapeşte Oteli film
için yapılmış bir mekanken orası da bir otel olarak ta yaşamımıza eklemleniyor.
Bunlar gerçekten önemli güdüleme aracı burada romantik filmlerin, romantik
komedilerin bizler için daha etkili olduğunu da görüyoruz ve tabi ki beslendiği
şey popüler kültür.”
Filmler
krizleri yönetmek içinde kullanılıyor
Sinema
filmlerin çekildikleri ülkeye ilişkin turist sayılarını da nasıl arttığını
verilerle örnekleyen Özer, Midnight in Paris filmine ilişkin ise şunları
aktardı.
“Mekanın
çeşitli biçimlerde tüketilmesini destekliyor. Kentlerle ilgili filmlerin marka
değerlerini daha da güçlendiklerini görüyoruz. Filmlerin bu etkisinin farkında
olan yerel yöneticiler kurumlar ve kuruluşlar bunu biz nasıl kullanırız diye
kafa yoruyor. 3 tip kampanya yürütüyorlar. İmaj ve marka yaratmak, yıl boyu
turizm gelirini artırmak ya da deprem ve terör gibi olumsuz krizleri yönetmek
için kullanıyorlar. Woody Allen ülkemizde de bir dönem tartışma konusuydu.
Ülkemize davet edelim İstanbul üzerine bir film çeksin. O dönemki Kültür ve
Turizm Bakanı da bir açıklaması var bu anlamda. Nevrotik kentli diye geçer
Newyork aşığı diye olarak biliniyor ama son dönemde Avrupa’da çektiği filmleri
görüyoruz. Midnight filminde romantizim ve kent anlatısı güçlü. Dünyada
Midnight in Paris hala Woody Allen’in en çok izlenen filmi . En İyi Orjinal
Senaryo Oscarı’nı da almış bir film. Çok meraklıları da var hiç bilmeyeni de
var. Türkiye için söylüyorum. Woddy Allen beğenen ve onun bütün filmlerini
beğenen bir yap var ve bir yandan da özel hayatından dolayı bile reddeden, hiç
izlemek istemeyen izlediği filmin farkında da bile olmayan bir kesim de var.”
Midnight
in Paris filmi görsel güçlü anlatıyla kenti övüyor
Özer
filmin 125 tane seanstan oluştuğunu ve ilk üç dakikada sadece kent ve mekanların
olduğunu, oyuncuların olmadığını belirterek, şöyle devam etti:
“İlk üç
dakikada bir caz müzik eşliğinde size kentin en bilindik en imge yerlerini
görüyoruz. Eyfel Kulesi ile gündüz başlayıp Moulin Rouge’na, parklarına,
Montmartre’na doğru akan Louvre Müzesi, Concorde Meydanı ile devam eden bu üç
dakika, yağmurlu anında gördüğümüz Paris en son yine Eyfel Kulesi ile
bitiyor. Filmin sekanslarının yanı sıra bu ilk üç dakikada güçlü ve bir
anlatı var. Film ve geri kalan hikaye ise 61. Sekansa başlayan ve çoğunluğu
imge mekanlarının olmadığı ara sokaklar ara kurgular nostaljik mekanlardan
oluşuyor. Seine Nehri kenarında yürüyor ama başka imge yok. Eyfel
Kulesi’ni bile görmediğimiz bir kurguya doğru gidiyor. Bir görsel anlatı var
Eyfel Kulesi ve 1920’ler cadde ve sokaklarıyla çok önemli. Yağmur bu film
romantizmden sonra ayrı bir zamansal katman olarak verilmiş yeni bir kimlik.
Bütün yağmurlar 2010’lar size ‘Paris’e sadece hava iyiyken değil yağmurlu
zamanda da gelin’ diyor. Söylemlerde Paris’e dair ‘harika, inanılmaz, muhteşem’
gibi sürekli Paris’i anlatan ve öven bir durum var. Bunun yanında başka bin
anlatı da inşa ediyor. Amerika anlatısı da var. Falanca bir şey içmek gibi
farkında olmadan bunlar bizde birikiyor ve aşinalık oluşturuyor. Biz ‘Paris neden
romantiktir?’ diye sorduğumuzda kimse direk cevap veremez ve bu hep birikir.
Romanlardan, medyadan ve filmlerden gelir bileşir. Zamanda bir tortu olarak
aşinalık yaratır. Filmin bu anlamda katkısını görüyoruz. Kamusal alan
davranışları, Eyfel’de şarap içmek, Eyfel’e bakarak şarap içmek, romantizm,
nostalji ve yürümek gibi. ‘Pariste yürüyün’ der, Yürüyerek kenti keşfetme bize
farkında olmadan bir davranış biçimi olarak sunulmuştur. Öte yandan
filmde çok fazla reklama maruz kaldığımızı da gözlemledim.”
TMMOB Mimarlar Odası Eskişehir Şubesi